Bugün ruh sağlığımızı hatta beden sağlığımızı derinden ve uzun süreli etkileyen bir durumun üzerinde duracağım. Bundan yirmi yıl önce ilk psikoloji lisans öğrenimimi aldığım yıllarda şöyle bir deney uygulamıştık öğrenciler üzerinde. Tabii bizde yeni yetme öğrencilerdik ama çok iyi bir öğretim üyemizin yol göstericiliği şansımız olmuştu. Bilirsiniz tek bir öğretmen yada tek bir insan bütün hayatınızı iyi yada kotu yonde şekillendirebilir genç yaşlarda. Doğru ve idealist insanlarla karşılaşmanız dileğiyle devam ediyorum.
O yıllarda araştırmalar ve deneyler benim ve bir kaç idealist arkadaşım için bilimsel genel geçer bilginin edinilmesinde tek ve en kabul gören biçimiydi. Hikayenin bu tarafıda can alıcı olmasına rağmen çok uzatmayayım. O zamanlar malum ilgi alanımız sosyal ve ekonomik koşulların insan psikolojisi üzerindeki etkilerini anlamaya çalışmaktı. Çünkü hepimiz 70lerin sonunlarında doğmuş 80lerde çocukluğumuzu geçirmiş ve 90ların sonunda da Üniversite öğrencisi olmuştuk. Ne beklenebilirdi ki hamurumuzu yoğuran kaygılarımızı ve meraklarımızı besleyen şeyler doğal olarak içinde bulunduğumuz dönem ve şartlardan etkileniyordu. Mutluluk nedir sorusunu sorabilmemiz için yılların geçmesi gerekmişti.
Belirgin ve kuvvetle inandığımız bir hipotezimiz de vardı. O da şuydu:
Yaratıcı düşünme insanların problem çözümü, durumları değerlendirme becerisi ve yaratıcı çözümlere yönelme arzusuyla ilişkilidir. Öğrenilmiş çaresizlik yaratıcı düşünmeyi körelten bir etkendir. Dolayısıyla sürekli olarak öğrenilmiş çaresizlik yaratan durumlara maruz kalan insanlarda zamanla düşünme ve sorun çözme becerilerinde aksamalar gelişecektir. Bu da depresyon ve başka psikolojik sıkıntıların kapısını aralayacaktır.
Bazen kısa süreli ve tek kereye mahsus durumlar bile insanların üzerinde kalıcı çaresizlik duygusu yaratabilir ve yıllarca bunun etkisinden kurtulamayabilirler. Düşünün ki birde bu türlü koşul ve muamelenin süreklileştiği bir ortama maruz kalmış insanlar için çok daha hayatı bir sıkıntıdan söz etmiş oluyoruz.
Meraklı öğrenciler olarak öğretim üyemizin de desteği ile şöyle bir deney uygulamıştık. Araştırmamızın büyük ayağı fabrikalardaki işçilerle görüşmek olacaktı. Pilot araştırmamızı ise üniversite öğrencileriyle yapmıştık. O zamanlar denek toplamak daha kolaydı. Bir anfi dolusu öğrenciye şöyle bir uygulama yaptık. Uygulamanin sonuna dek bilgi vermeyecegimizi ama sonunda aciklayacagimizi soyledik. Tum grubu daginik olarak iki gruba ayirdik Bundan onların haberi yoktu. Hepsine eşit zaman verdik ve o zaman dolduğunda oyunu bırakmalarını istedik. Birbirlerinden destek almamalari icinde uzak mesafelerde oturmalarini istedik. Tipki bir sinav ortaminda oldugu gibi. Cunku birbirleriyle konusmalari uygulamayi bozabilirdi. Grubun birine çözümlü olan bir labirent oyunu diğer gruba da çözümsüz bir labirent oyunu verdik. Bu kısmı onlarda öğrenilmiş çaresizlik duygusunu yaratmak için bir manipülasyondu. Ardından da önceden belirlediğimiz bazı temel konularda akıllarına gelen bütün kelimeleri yazmalarını istedik. Bu kısmı da uyguladığımız manipülasyonun onların yaratıcı düşünme becerisine etkisini ölçmekti. Merak etmeyin deneyin sonunda gerçeği öğrendiler. Tabii ki etik olarak onları bu kötü duygu içinde bırakamazdık. Bu pilot araştırma deneyimizin sonunda elimizde anlamlı düzeyde veriler elde etmiştik. Düşündüğümüz gibi çözümsüzlük duygusu yaratıcı düşünme becerisini etkiliyordu.
Malesef fabrikalarda istediğimiz genişlikte araştıramamış olsak ta ilk deney tecrübemiz için çok büyük bir adımdı bizim için. Bu da malesef ülkemizde yetenekli ve meraklı gençlerin yeterince destek görememesi hatta yollarının tıkanması yüzündendir.
Peki burdan nereye varacağım acaba?!…
Bence siz zaten konunun gidişatını gördünüz ama ben yine de sözümü bitireyim. Birçok dil ve kültürde bu denli koşullanmalar yaygındır. Fakat yıllar içinde görüdüğüm danışanların çeşitlenmesiyle çok daha belirginleşen bir gözlem olarak söyleyebilirim ki bizimki gibi kaderci ve kederci toplumlarda öğrenilmiz çaresizlik duygusu çok daha yaygın. Daha fazlası olarak şunu da ilave edebilirim ki malesef bu neredeyse stratejik ya da kültürel günlük bir alışkanlığa dönüşmüş durumda.
Şu sözler size tanıdık geliyormu?
Yok bu iş olmaz… bu işin oluru yok benden söylemesi!!! Bırak işte ne yapsan boş… ne yaparsan yap sonuç aynı… hayatta hangi isim doğru gitti ki!… deneyeyim ama olmayacağını biliyorum…. çıkış yok kardeşim zorlama… kafanın dikine gidiyorsun sonunda sende göreceksin sonuç vermeyeceğini… demedi deme!!! Listeyi uzatmayalım. Bunlar tanıdık geliyorsa öğrenilmiş çaresizlik tuzağına düşmüşsünüz ya da çevreniz bu duygu haliyle sürekli olarak yaşamı yorumluyor demektir. Böyle olduğunda kendinizi kapana kıstırılmış, çözümsüz ve çaresiz hissedecek ve umutlarınızı köreltmeye başlayacaksınız. Dolayısıyla karamsar ve kaygıli hatta çökkün hissetmeniz olasıdır.
Albert Einstein’ın şu sözünü hatırlatarak bitireyim. “Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirecektir.”